İrmaya Yapılan İğne Rüyası
Freud un İrmaya yapılan İğne rüyası adlı eseri psi...
Çocuksu davranışlardan ve çocuksu düşünce sisteminden uzaklaşmamız zordur. Bunu mümkün olduğunca ! başarabilmek yetişkin dünyasına dair sorunlarla daha etkili baş edebilmek demektir. Çocuklar gri tonları pek bilmezler. Ya iyi ya kötü vardır. Ya bir anda severler ya da sevmezler, Ya çok iyi derler ya çok kötü derler.
Algıları bu yöndedir. Ve bunlar isteklerinin gerçekleşip gerçekleşmeme durumuna bağlı olmakla birlikte şu anda ve şimdi gerçekleşmesi önemlidir. Yani çocuklar ve çocuksu düşünce sistemi hazzın o anda tatminine yöneliktir. Hazzın ve isteğin ertelenmesi zaman ilerledikçe mümkündür. Onların yumuşak geçişleri olamaz.
Bazen bu çocuksu mekanizmayı ve düşünce sistemini, günlük hayatlarında hala sürdüren çocuksu yetişkinler vardır.Onlarda ilişkilerde bir anda çok severler ve bir anda küserler ve uzaklaşır. Tıpkı çocuksu düşünce sisteminde olduğu gibi.. Griyi tanımamak gibi. Ya da bir durumdan bir diğer duruma geçiş yapamamak gibi.. Kötü ve iyiyi birlikte var olabileceğini kavramak İletişimi ve ilişkiyi yetişkinleştirir. Buna ön yargılı olmak ve genelleme yapmak diye tanımlarız. Ama hikaye bu tanımdan farklıdır. Çünkü bu bölmenin(sadece iyi ve sadece kötü) varlığına yetişkin ilişkilerinde yeri olmaması gerekir. Yetişkinlikte olgunlaşma demek çocuksu ve ilkel düşünce sisteminden uzaklaşmak, alternatif düşünebilmek, düşünebilmek ve eylemsellikten ziyade düşünebilmeyi, ve muhakeme edebilmeyi becerebilmek demektir. Çocuklara baktığımızda bir anda seni sevmiyorum ya da seni çok seviyorum u çok hızlı bir şekilde sarf ettiklerini görürüz. Bu çocuğun doğasında vardır ve olaylar, ilişkiler böyle yaşanır. Ya yaklaşmak olabildiğince ya da tamamen uzaklaşmak. Çocuklar duygu durumlarını düzenleme ve onları dengeleyebilme konusunda belli bir yaşa kadar yetkin değildirler. Yetişkinler gerek özel gerekse genel anlamdaki ilişkilerinde yaşadıkları başarısızlığın nedeni bu çocuksu düşünme sistemine hala sürdürüyor olmaları ve çocuksu duygulanımları hala yaşantılamaları nedeni ile çatışma ile baş etme yetileri zayıf kalır. Ya bir anda çoşkulanmak ya da bir anda dünyanın sonunu yaşamak, yaşanan hayal kırıklıklarını tolere edememek, üzülmekten kaçmak ve kaçınmak onun yerine öfkeyi koymak. Baş edimdeki yetersizlik dediğimiz şey ise yetişkin bedeni ile çocuksu düşünce sistemi sahip olup ikisinin arasındaki uçurumun etkisi ile içsel ve dışsal(çevresel) uyumu gösterememektir. Bu uyumsuzluğa neden olarak da sürekli sorunları dışsallaştırmak ve sorunun nedenini etrafta aramakla mümkündür. Suçlu insanlar,, hata onların. Yetişkin olmak demek ben yaptım , ben düşündüm , ben istedim ,ben yapamadım diyebilmekle mümkündür. Tabi ki burada sorurnluluğu ve davranışlarının bedelini ödemek demek gereksiz yere kendisini suçlamaktan ziyade sorumluluğu alarak hatayı ve hataları görebilmeye tahammül edebilmektir. Çünkü yetişkinlik dünyasında korkuyorum demek, benim hatam demek, ben istemedim ya da istemiyorum demek zor olan şeylerdir. Bunu diyebilme gücü ise çocuksu düşünce sisteminden uzaklaşmış olmakla mümkündür.
Çocuksu düşünce sisteminin bir yetişkin ilişkisine nasıl damga vurduğunu bir örnekle anlatmaya çalışacağım; evliliğinde sorunlar yaşayan bir bayan sorunların nedenini sürekli eşinin davranışlarında aramakta idi. O iyi olursa, o sorumluklarını yerine getirirse kendisi de iyi olacaktı. İstediği ve beklediği ilgiyi alamıyordu. Oysa ki kendisinin istediği sadece ilgi idi. Bu sorun çözülür ve eşi ‘’kendisinin istediklerini’’ yaparsa sorun kalmayacaktı istediği çok değildi. Bu yüzden de eşinden ’’ istediklerini alana kadar kararlı olacağını ve bu gerçekleştirse eşini daha çok seveceğini söylüyordu. Bu hayallerle yaklaşık 10 yıldır evli idi. Ama istediği hiç bir zaman gerçekleşmemiş ve gerçekleşmeyecekti. Dikkat edilirse burada '' istediklerimi almak'' , '' istediğim ilgiyi görmek'' ,'’ çok sevilmek'' gibi beklentiler, bir yanıyla olması gereken bir yanı ile yetişkin dünyasına ters idi. ‘’İstediğimizi , istediğimiz kadar’’ ve’’ istediğimiz kişiden beklemek ‘’aslında çok da mümkün olmayan bir şeydir. Bu beklentilerin karşılanacağını umut etmek ve bunu beklemek kişinin aslında bağımlılık ihtiyacından başka bir şey değildir. . Çünkü bizler ancak çocukken bağımlı olduğumuz nesneden (anne, bakım veren) istediğimizden istediğimiz kadar ve istediğimiz miktarda beklenti içine gireriz hatta onu bile bebekken elde edemeyiz. Bu ve buna benzer çocuksu beklenti ve istekler hem evlilik ve/veya ilişkilerin kalitesinin düşmesine ve belki de bitmesine hem de bireyin yetişkin dünyasına uygun bir şeklide düşünmesine engele olmaktaydı.
Diğer bir kişi ise erkek arkadaşlarından sürekli yoğun beklentiler içine giriyor onlara tıpkı küçük bir çocuk gibi bakıcı rolü vermek istiyordu. Evlilikte gerektiği zaman bakmak ve bakılma ihtiyacı içinde olmak başka bir şey bakıcı olmak ve bakılmak istemek başka bir şeydir. Bunu fark edildiği noktada karşı tarafı nasıl bir yük altında bırakıldığı ve karşı tarafın ne kadar zorlandığı ve bunları karşılayamayan hem ezikliğini yaşmakta fakat nihayetinde bu yükten köşe bucak kaçmaktadır. Bu beklentilerin vermiş olduğu yük diğer yanda ise isteyen ve bekleyen tarafın çocuksu inadıyla sorunun çözümü başka yerlerde aramakta ve hiç olmayacak şekilde bahane ve sanal çatışmalar yaratılmaktadır. Doğal olarak sorunun kaynağı başka yerlerde olduğu için sorun asla bulunamamakta ya hastalıklı bir ilişki içinde zaman ve sabır tükenmekte ya da boşanma ile sonuçlanmaktadır.
Çocuksu düşünce sistemi ile yetişkin olarak yaşamak evlilikleri evcilik oynamakla eşdeğer görmek demektir. Evcilik oyunu kısa sürer ve bir oyundur ama ilişkiler, evlilikler ise yıpratıcı ve son derece rahatsız edici hatta hasta edici olabilir. Bu yüzden bireylerin istek ve beklentilerini gözden geçirmelerinin ve hangisinin gerçekçi hangisinin ise geçmişe dair olduğunu ayır edebilmek önemlidir. Eşlerin tartışmalarına tanık olduğunuzda eğer çok şiddetli değilse dışardan iki çocuğun oyuncak kapma çabasına nasıl benzediğini görebiliriz. Suçlamak, sorunları dışsallaştırmak, düşünememek iki çocuğun tartışmasında ve ilkel diyaloğundan ne farkı vardır.
Yetişkin dünyasında gerektiği zaman ilişkiyi her hangi bir sorun olmasa da masaya yatırıp inceleyebilmek demektir.
Özelikle bizim kültürümüzde partnerlerin, çiftlerin haftanın bir saatini oturup evliliklerini ve ilişkilerini değerlendirmeye ayırdıklarını pek rastlamayız hatta bu çok saçma gelir. Kavgaya saatlerce haftalarca vakit ayırabilir tartışma ve kavgaya yeterince enerjimiz vardır.
Oysa ki başka kültürlerde insanlar konuşmak ve ilişkilerini ve evliliklerini hiç bir tartışma yokken bile değerlendirmektedirler. Konuşmak daha doğrusu tartışmak illaki sorun varken olması gereken bir şey değildir. Kaldı ki o bile yapılamamaktadır.
Diğer bir çocuksu düşünce sistemi ile davranma biçimi ise eşlerden birinin konuşmak istemediği zamanlarda diğerinin ısrarcı olmasıdır. Eşlerden birinin konuşmak istediği zamanlarda, diğeri konuşmak istemeyebilir, bu konuşmayacağı anlamına gelmez. Oysa ki bunun yerine yine çok görülmedik bir şeyi denenebilir randevu almak. Tamam şimdi istemiyorsun ama ne zaman, bana saat, zaman ve tarih ver denilebilir. Madem ki bildik metotlar işe yaramıyor bir de hiç denememiş ama bize absürt de gelse yeni metotların denemenin ne zararı var?
İletişim kuramıyoruz demekle iletişim kurmaya başlayamayız. Bu sadece bir sızlanma şeklidir. Bu bir çocuk kadar çaresizlik yaşıyoruz ve sorunlarımızı tek başına çözemiyoruz demektir.. Konuşamıyoruz demekle de karşımızdakini konuşmaya ikna edemezsiniz. Bunlar sadece şikayet ve çocuksu inattır. Bu davranışlarla İşler belli bir zaman sonra sorun çözmeye değil inatlaşmaya ve karşınızdakini sinirlendirmenin yollarını aramaya kadar gider. İlişki artık kavga esnasında kimin galip geldiğine ve geleceğine dair güç yarışına dönmeye başlar. Küçük çocukların elim sende oyunu gibi… Tabi ki evlilik çatışmalarını ve ilişki sorunlarının çözümün çok kolay olmasında söz etmiyorum. Ya da bu sorunları değersizleştirip bunları yapamayanların beceriksiz olduğundan söz etmiyorum. Önemli olan bir ilişki kurmaktan ziyade bir ilişkiyi sağlıklı bir şekilde sürdürebilmektir. Ama buna engel olan ise gelişmemiş kendilik yapımız, çocuksu algılama biçimlerimiz ve nihayetinde ise yetişkin olmaya karşı direncimizdir.
İnsanlar yetişkin olmaya direnç gösterirler ve tıpkı çocuklukta olduğu gibi etrafı,, hayatı çizgi filmlerdeki zararsız ve çabuk onarılan olaylar ya da çizgi film kahramanları gibi görürler. Oysa ki yetişkin olmak kolektif yaşayabilmek, bir başkasının sorumluluğunu da alabilmek ,iki kişinin birbirini taşımamdan bazen yaslanabilmeye katlanabilmek ve bunu gücü kendisinde hissetmektir.