Borderline Hastalarla Psikotik Hastaların Farklılıkları
Sınırdurum kişilik örgütlenmesi gösteren kişilerin...
Doğumdan sonra anne ile bebek arasında oluşan duygusal ortamı tanımlamalar, adlandırmalar- kavramsallaştırmalar farklı da olsa bunun önemini vurgulamayan araştırmacı neredeyse yoktur. İlk dönem anne –çocuk ilişkisi üzerine araştırmalar yapan Spitz bu duygusal durumu ‘’heyecansal iklim’’ olarak tanımlamıştır. Bu dönemde anne karnında bebekle ilgili annenin kurduğu fantezileri, hayallerine ek olarak bu duygusal iklimde de bu bu duygular zenginleşir, renklenir ve bir o kadar da karmaşıklaşır ve bu renklenen, zenginleşen duygularla bebeğin duygusal gelişim serüveni başlar ve bunun etkileri ile hayat boyunca izlerini sürdürür. Bebeğin ruhsal gelişimini bu denli etkileyen annenin duygusal durumu bebeğin heyecansal, duygusal durumunu beslediği gibi ,anne kendi içinde duygusal, duygulanımsal, düşünsel sorunlar yaşıyorsa aynı oranda hatta çok daha fazla yoğunlukta bebekte etkilenir ve yaşam boyunca etkisinden kurtulamaz.
Psikoloji ve psikanalizde hangi teori anneden söz etmemiştir, psikanaliz ,psikoterapi ve danışmanlıkta hangi analizan, danışan ,hasta annesinden söz etmemiştir. Annesiyle ilişkisini değerlendirmeyen, annesiyle ilişkisinden öfkeyle, sevgiyle nefretle söz etmeyen var mıdır? Toplumda ,dinlerde, gelenek ve görenekler içerisinde hangi din ,hangi kültür olursa olsun annenin varlığının ve bakımının önemi hakkında bir şeyler söylemeyen var mıdır?Yetişkinin yetişmesinde, yetişkinleşmesinde, büyümesinde önemli rol oynayanın annenin ya da bakım verenin dışında bir nesneden söz edildiği görülmüş müdür?
Anne kimdir? Anne nedir? Annelik nedir? Anne olunur mu? Yoksa içgüdüsel midir? Bütün kadınlarda annelik söz konusu mudur? Kadın olmak eşittir annelik midir?
Annelik öğrenilir mi? Anneliği öğreten bir kurum var mıdır? Anneliği öğreten bir kitap ya da ders söz konusu mudur? Annelik bilgi midir? Bilgi birikimi midir? Annelik beslemek midir? Annelik koruma mıdır? Annelik doğurmak mıdır? Annelik bir yazgı mıdır? Yoksa istek midir? Her kadın anne olmayı ister mi? Mecburen annelik var mıdır? Çocuğunu sevmeyen/sevemeyen anne var mıdır? Anne olmak hazırlık gerektirir mi? Mükemmel annelik var mıdır? Eğer varsa nedir? Annenin annelik algısını bebek değiştirebilir mi? Annelik bebeğin algısından etkilenir mi? Kötü anne olmak bebeğin mükemmel anne arzusunun sonucumu dur? Görünmeyen anne mi? Yoksa onu göremeyen bebek midir?
İşin ruhsal boyutunda bu konuyu tartışmaya geçmeden önce Fmr çalışmalarından elde edinilen bulgularla psikolojik yaklaşımlar arasında paralellik kurarak konuya devam edeceğim.
Yavrularını çok yalayan anne hayvanlarda ve onların çocuklarında sadece dişi yavrularda MPOAdaki oksitosin reseptör bağlanması (Francis ve ark. 2002) ve bu oksitosinerjik nöronlar üzerindeki östrojen alfa reseptörleri ifadesi artıyor (Champagne ve ark. 2003). Yani MPOA oksitosin nöronları annenin çocuğa bağlanmasında önemli olduğu gibi, annelik tarzının nesilden nesile anneden kıza aktarılmasında da önemli bir rol oynuyor.
Hamilelik sırasında östrojen ve progesteron annelik davranışa neden olan beyin bölgelerini aktiflemekte oksitosin ve prolaktin reseptör artısını sağlayarak annelik davranışını başlatmaktadır. Doğum sonrası artan oksitosin ve prolaktin düzeyleri başlayan annelik davranışını sürdürmektedir (de Bono 2003). Annelerde doğuma yakın koku merkezinin duyarlılığında azalma olmakta hatta bebeğin kötü kokularına duyarlılığı azalmakta hatta ödüllendirme olarak algılamaktadır (Numan ve Sheehan 1997).
Annelere kendi çocuklarının videosu ve resimleri gösterildiğinde başka çocukların görüntülerini izlemelerine kıyasla ödüllendirme ile ilgili beyin merkezleri daha aktif oluyor( Noriuchi ve Ark 2007 ;Eşel 2007)
Doğum sonrası kortizol düzeyi yüksekliği ile çocuk kokusuna duyarlılık ve annelik davranışındaki fazlalık arasında pozitif ilişki var. (Fleming ve ark 1997). ? Gebelikte stresi yüksek olan fareler bebeklerini daha az yalıyor ve temizliyor. Bunların bebeklerinde MPOAdaki oksitosin reseptörleri azalıyor ve ileride iyi anne olamıyor (Champagne ve Meaney 2006). ? Bebekte ileride daha az girişken, strese duyarlı oluyor (Champagne ve Meaney 2006).
fMR) çalışmalarında çocuk ağlama sesi dinlettirilen erkeklerde bariz değişim olmazken kadınlarda anterior singulat korteks etkinlik azalması ve alert durum oluşuyor. Ve aktivite çocuğu olan kadınlarda daha yüksek (Seifrita ve ark. 2003).
Kadınlar duyguları anlama ve çocuk yüzünü işlemede erkeklerden daha iyi ve ??Schimer ve ark2004;Eşel2005;Preverbio ve ark 2006 Doğum sonrası erkeklerin zihni ortalama14 saat kadınların zihni 7 saat bebekle meşgul olur ve bu dönemde OKB benzeri ruminatif tarzda olur (Leckman ve ark 1999;Leckman ve Herman 2002).
ebeğin kök hücreleri annenin beyninde nöron, kalbinde hücre ve kalp dokusu oluyor. Yani anne doğurduğu çocuğun kök hücrelerini çok uzun bir süre içinde yaşatıyor. Aynı durum babalarda söz konusu değil.
Yalayıp temizlenmiş farelerin hipokampus hücrelerindeki DNA metilleme hızlarında yavaşlamış olduğu saptanmış. Dikkat çekecek derecede, annelerin yalama aktivitesinin yavrunun gelişen beynindeki stres tepkilerinin daha az kortizol salgıladıkları ve daha sakin oldukları bulunmuş, ? Tersine, yüz üstü bırakılan yavrular ürkütüldüklerinde çok daha fazla kortizol salgılıyorlardı, daha az gelişmiş hippocampusları varmış ve ürkütüldüklerinde ya da yeni bir ortamda iken sinirli şekilde reaksiyon gösteriyorlarmış. ? Basit bir anaç davranış vasıtasıyla, bu anne fareler yavrularının beyinlerini şekillendiriyordu.
Yukarıdaki bilgiler çok eski olmayan bilimsel araştırmalardan alıntıdır. Terimler ne olursa olsun annenin fizyolojik ve biyolojik anlamda ne kadar önemli olduğunu ve bir çocuğun yetişmesinde öncelikle ve özellikle babadan ziyade annenin rolünün önemini şiddetle vurguluyor. (Baba önemsizdir demiyorum).
Bayan K.
Annem ben 2 aylıkken beni dövdüğünü itiraf etti. Sebebİni sorduğumda ‘’belli bir nedeni yoktu’’ dedi. Ve annem devam etti ‘’ sen üç aylıkken seni evde kuzenlerinle birlikte bırakmıştım ‘’ onlar seni çekiştirdikleri için kolunu çıkarmışlardı’’. Bunlar annemin itiraflarıydı neden itiraf etti bilmiyorum.
Ailem tarafımdan dışlandığımı hissediyordum ve daha büyük yaşlarda ise bu hislerimin temelsiz olmadığını gördüm. Annemin dayakları, hakaretleri ve beni sürekli aşağılaması ve alay etmesi.Ben kendimi hem ailemin özellikle onun(annemin) dışında hissediyorum.Bedenim ve ruhum annemi üvey ama babamı gerçekten öz hissediyorum. Annemin beni öptüğünü hatırlamıyorum belki öpmüştür ama ben hatırlamıyorum.Saçımı okşadığını,bana güzel sözler söylediğini…O kadar çok isterdim ki bunları duymak ama bu çabalar boşuna idi.Anma ben bu yaşta (40 yaşında) hala annemin beni bir gün sevebileceği ümidimi yitirmedim, yitirmek istemiyorum. Yitirirsem annemden nefret ederim benim ona hala ihtiyacım var.Ama bu ihtiyaçlarımı şimdi karşılarsa ne hissederim bilmiyorum. Olması gereken zamanda olanların şimdi gerçekleşmesi yaralarımı dindirir mi bilmiyorum. Annemden değil annemin anneliğini değil, annemin anneliğini hatırlayacağını umut etmem beni mutlu ediyor. Annemin bana bir gün benim ihtiyaçlarını karşılayacağı düşüncesi beni yaşatıyor ama beni yaşatan annemin kendisi değil.
Bayan S.
Ben nasıl böyle sevebilirim benden böyle bir sevgi çıkar mı? Sevmek mi bu? Bilmediğim,öğrenmediğim,öğrenemediğim bir şey.Bir şey diyorum benim için tanımsız ve tasarımsız…Sevmek; içimden suyun altından gelen ve ne dediği belli olmayan,ne dediği anlaşılamayan boğuk bir ses gibi..Suyun altından ses nasıl gelir bilinmez ama benim hissettiğim bu…Sevmeyi bilmiyorum annemin beni sevdiğini hatırlamıyorum, teyzemlerde büyüdüm ben.Büyüdüm evet kendi kendime büyüdüm..Bir sazlığın uzaması gibi,bataklıktaki bir bitkinin büyümesi gibi..Annem anne değildi.Belki de gerçekten anne değildi.Hala da beni görmüyor görüşmüyoruz,beni görmüyor,ben de onu göremiyorum. Küçükken de görmüyor du ruhu kör bir anne,anneliği kör bir anne…Var ama yok..
Bayan M.
Annemin sevgi ve ilgisini hissedemedim. Onu suçlamak istemiyorum ama hissedemedim.Hissedemedim mi? hissettirmedi mi ? diye çok düşündüm. Hissettirmese de onu suçlamak istemiyorum. 4 ile 5 yaşlarında var la yok arasındaydım. Annem de var ile yok arasındaydı hatta yoktu.O dönemlerdeki annem silüet gibi çok silik ve bende siliktim. Kendimi onun yüzünde ve bedeninde göremiyordum. Buğulanmış aynanın karşısında olmak gibi.O dönemlerde ne kendimle ne annemle ilgili hiç bir şey net değil. Ben de net değilim.Okula tek başına gidiyordum ama mümkün değil annem götürdüğünü söylüyor.Geri planda kalmıştım.Silik olduğum için ihtiyaçlarım yoktu.Silik bir annenin varlığıyla ihtiyaçlarımdan vazgeçmek zorunda idim. Varlığının(annemin) farkında olamadığım gibi varlığımın da farkında değildim.
Bunlara rağmen annemin uzakta olması fikri kaygımı arttırıyor. Ona yakınlaştıkça kaygım azalıyor.Annem ne kadar yakın kaygım o kadar az…Hatta ona yapışık olmak kaygıyı sıfırlıyor.Ona yapışık hissetsem bile bu sefer sıfırlanmış kaygılarım ibrenin bir anda fırlaması gibi bu seferde onu kaybetme hislerimle doluyor. Yetişkinlikte de sürekli iyi olmalıyım, herkese iyi olmalıyım ,iyi görünmeliyim kaygısını yaşıyorum.Kendimi sevdirmek için herkesi memnun etmeliyim düşüncesi,içindeyim.İlişkilerimde ise nasıl olsa sevilmEyeceğim ve görülmeyeceğim kaygısı taşıyorum hayatıma giren herkesin günün birinde çıkıp gideceğini düşünüyorum. Bu tıpkı bir zamanlar beni görmeyen annemin gözüne girme çabalarım gibi bir şey. Annem beni görmüyor çünkü istediği gibi değilim, bu yüzden bağımız koptu düşüncesi hakim sürekli beynimde.
Bayan A.
Zamanla seninle anne-kız ilişkisinden ayrı, bazen ben senin annen oldum, bazen iki arkadaş,bazen kurtulmak isteyip te kurtulamadığım bir yaralı kabuk, beni hayatında her yere koydun oysa benin tek istediğim ‘’annem’’ olmandı. Gerektiğinde beni koruyabilmen beni dinleyebilmendi. Beni dinlemen için hastalıklara,krizlere ihtiyacım kalmazdı. Hatırlar mısın? Zor ve stresli bir hamilelik geçirdiğini ve beni, ben sekiz buçuk aylıkken beni kanlı ve zehirli bir şey miş gibi vücudundan attığını söylemiştin. Beni zaten istemediğini söylemiştin. Anne olmak istemen benim suçum mu? Anne gerçekten anne olmayı istedin mi? Anne olmayı istediysen bir bebeğinin olmasını gerçekten istedin mi?
Evliliğin boyunca da mutsuz olduğun zamanlar ‘’ bu kötü evllliğe benim için katlandığını söylemiştin’’. Ve bunun için beni dövdüğün zamanları unutamıyorum ama sana kızamıyorum da..
Anne ,insanın hayatının başlangıcıdır.Bu yüzden pek çok kültür,mitolojide anneye ve anneliğe çeşitli anlamlar yüklenmiş ve kutsallaştırılmıştır..Bu kutsallaştırma kadının doğurganlığı ve üreticiliği ile ilgili olarak tanımlanmıştır. ‘’Cennet anaların ayaklarının altındadır’’,’’ ana gibi yar olmaz’’,’’ ağlarsa anan ağlar’’, ‘’anadil’’ ve bunun gibi sayabileceğimiz hem annenin ve anneliğin önemine hem de kutsallığına ve eşsizliğine diar atıfta bulunulmaktadır. Bu da haklı olarak annelerin hata yapma şanslarını azaltmakta çünkü çok büyük bir anlam atfedilmektedir.Peki her kadın,anne bu yüce atıfları kaldırabilmekte mi? Anne olmak ne demek? Anne olmak hamile kalmakla eş değer mi? Hamile kalmakla , çocuk sahibi olmayı istemek eş değer mi? Öncelikle belirtmek gerekir ki ; anne olmak çocuğu istemek,çocuk sahibi olmayı özlemlemek ve buna ,istek duymakla ilgili bir durumdur. Anne olmak ne bir plan(özellikle 1960 lardan itibaren ortaya çıkan Feminist akımın söylediği gibi) ,ne bir proje, ne de bir vakti geldiği için olması gereken ve toplumsal ve hormonal beklentilerin karşılanmasıdır. Anne olmayı başlatacak olan bir bebeğimin olmasını istiyorumdur. Ve ardından ona bakacak gücümün olduğuna, ve bu isteğimin bütün zorlukların üstesinden geleceğine inanıyorum diyebilmektir.
Julıia Kristeva anneliği bir işlev değilde bir ‘’ tutku’ olarak tanımlar. Böylelikle tutku nun varlığıyla işi sadece mekaniklikten duyguya ve duygulanımlara yönlendirmiş olur..Tabi ki bu tutkunun yanında annenin çocuğuna karşı her ne kadar kendisine titiraf edemese de ‘’çocuk’’ hamilelik ve doğum sırasında annenin hayatı için bir tehlike oluşturur.Anneyi değiştirir bu değişim ‘’fiziksel’’,’’ruhsal’’,’’fizyolojiktir’’.Doğumdan sonra da eşiyle arasına giren bir üçüncü kişi olarak kadın ve erkek arasında hem bir ‘’paravan’’ hem de neşe verendir. Anne ve babanın özgürlüğünü geçici bir süre kısıtlayan, zaman alan, uykuyu bölen,oburca ilgi isteyendir. Bunların varlığı ,bu süreçler annede geçici de olsa öfke ve nefret yaratabilir ve anne bu duygulardan ötürü kendisini son derece suçlu hissedebilir. Bebeğin doğumuyla ailenin ritmi bebeğin ritmi olur. Anne bebek ilişkisinde emzirmenin, ve bakımın yanında içeride son derece ruhsal çalkantılar gerçekleşir.Bebeğin hem kendisine yakın olmasını istemek, hem de onu uzaklaştırma arzusu ve ardından gelen yoğun suçluluk,öfke ve yoğun şefkat, ‘’iyi ki varsınla’’ ile ’’keşke’’ arasında gidip gelmeler. Annenin çocuğuna ve onun dünyaya gelişine karşı tutkusu ne kadar fazla ise zamanı gelince onun özgürleşmesini de o kadar çok isteyecek ve izin verecektir.Sanıldığı gibi tutkunun fazlalığı bağımlı kılan bir özellik değildir. Bu noktada yeri gelmişken bazı anne tiplerinden söz etmemin faydası olacaktır.
Anneliği anneler öğretir, toplum şeklilendirir, kültür üzerine katar. Yukarıda neden anneleri kategorize ettim. Bununla amacım nedir?
Gerek çalıştığım kliniklerde , hastanelerde ve şu anda devam ettiğim kendi merkezimde.Gelen hastaların,danışanların ne dersek diyelim.Annelerinin anneliklerini ve kendi anneliklerini ve kendi annelikleriyle kendi anneliklerini karşılaştırmaları ve bunu kıyasıya yapmaları ,üzerinde çalışmaya değer bir konudur.Bu konuyu çalışmam ve söyleceğim çoğu şey aslında daha önceden söylenenlerin üzerinden geçmek ve pekiştirmek ve bazı kendimce yeni tespitlerde bulunmak olacaktır.Yukarıda bazı örnekler verdim bunların bir kısmı danışanların söyledikleri( bire bir değil yüzlerce danışanın söylediklerinin bir karışımı) ne baktığımızda annenin gerçekten bir yetişkinin yetişkinliğini şekilendiren en önemli şeylerden biri değil en önde olanıdır.Unutmamak gerekir ki bir erkeği de bir kadını da doğuran kadındır.Bu yüzden mitolojilerde ‘’ana’’ ya tanrısal bir anlam atfedilmiş ve yaratıcı ile özdeşleştirimiştir.Yaşamın ‘’özü’’ olarak tanımlanmıştır.Annenin doğurması,üretmesi ,bakması ve nesilleri yaratması bu durumun ve bu konun önemini fazlası ile vurgular.
Anne olmak, iç güdüsel, dürtüsel(arzu), toplumsal ,kültürel ,hormonal yani dışsal ve içsel unsurların çok kuvvetli bir bileşkesidir.Ama bu bileşkenin en önünde ve öncülüğünde ruhsallık vardır..Anneliğin ruhsallığın içinde var olmasının fark edilmesi yani, olayın sadece tıbbi –jinekolojik boyunun yanında ruhsal boyutunun varlığının kabul edilmesi ile doğumhanelerde ruh sağlığı ekibinin yer almasına ve bu konuyla ilgili çalışmaların artmasına sebep olmuştur. Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud un da Psikanalitik kuramın temel taşı olan ‘’ ödipalite’ ile anne baba ve çocuk üçlüsü ile annenin ,anneliğin ve anne çocuk ilşkisini temel almış ve buradan devam etmiştir.Freud takipçileri olan Winnicot, Melanie klein ve diğer psikanalist ve araştırmalar bu konuya çok geniş yer ayırmışlar ve teorilerini bu konu ile bezemişlerdir. Erken dönem anne çocuk ilişkileri,bebeğin anneyi algısı ve annenin bebekle ilgili algı ve faztezileri bu ikili arasındaki ilişkinin ne kadar karmaşık,heyecan verici, sevgi,şefkatla dolu ama bir o kadar öfke ve nefreti barındran suçluluğun cirit attığı,pişmanlıkların yaşandığı, mutluluğun zirve yaptığı ve bir çok kavramın kavramsallaşmasına neden olan bir ara alandır. İşte bu karmaşık, kaotik oluş yukarıdaki danışanların bu çözümlenmemiş kaosu tekrar dile getirmelerine, ihtiyaçlarının zorlayıcılığı ile suçlamalarına, doyurulmamış açlıklarının nedeni ile sızlanmalarına ve şikayet etmlerine neden olmaktadır.Yani seanslardaki bu danışanların söyledikleri tamamen ‘’ regression’’(gerileme) olup o dönemi yaşamakta ve o dönemden çıkamadıklarını söylemektedirler.
Bu yüzden once hamile kalmak, çocuk istemek demek midir? Kadın olmak ,anne olmak için yeterli mi ? sorularını cevaplamalı ve bu ayrımı yapabilmeliyiz.
Insanın yaşamsal motivasyonu ve yaşamsal devamlılığı sağlayan ve eros yaşam içgüdüsünü tanımlayan arzudur. Nasıl ki çocukta neslin devamını sağlayan ‘’ soyun devamı’ için gerekli olan bir unsur ise çocuğun dünyayı gelişi de bir arzunun sonucu olmalıdır. Şu veya bu nedenle arzu motive etmediği bir dünyaya geliş, hem çok sancılı oacaktır hemde bu sancı ömür boyu anne ve ilk once çocuk olan yetişkin için devam edecektir. Kadınların çoğu zaman doğurmak! Ve kürtaj yani erosa hizmet edenle thanatosa hizmet eden iç güdüsel davranışlkar arasında gidip gelinir.Arzu ürünü olmayan bir bebek thanatosa daha yakın olacak ve kendiliğinin varlığı ve yokluğu arasında gidip gelecektir. Çocuk sahibi olmayı arzulamak ve bunu arzulanılan partnerle vücuda getirmek bebeğin kendilik değerinin olumluğuna dair ilk adımdır. Ve bu ilk adımı takip eden süreçte yaşanan her ne olursa olsun ilk önce bebek, sonra çocuk ve nihayetinde yetişkinin kendilik algısındaki olumlu ve yüksek kendilik değerinin tohumlarının atılmış olmasının göstergesidir.
Bayan A.
Zamanla seninle anne-kız ilişkisinden ayrı, bazen ben senin annen oldum, bazen iki arkadaş,bazen kurtulmak isteyip te kurtulamadığım bir yaralı kabuk, beni hayatında her yere koydun oysa benin tek istediğim ‘’annem’’ olmandı. Gerektiğinde beni koruyabilmen beni dinleyebilmendi. Beni dinlemen için hastalıklara,krizlere ihtiyacım kalmazdı. Hatırlar mısın? Zor ve stresli bir hamilelik geçirdiğini ve beni, ben sekiz buçuk aylıkken beni kanlı ve zehirli bir şey miş gibi vücudundan attığını söylemiştin. Beni zaten istemediğini söylemiştin. Anne olmak istemen benim suçum mu? Anne gerçekten anne olmayı istedin mi? Anne olmayı istediysen bir bebeğinin olmasını gerçekten istedin mi?
Evliliğin boyunca da mutsuz olduğun zamanlar ‘’ bu kötü evllliğe benim için katlandığını söylemiştin’’. Ve bunun için beni dövdüğün zamanları unutamıyorum ama sana kızamıyorum da..
Anne ,insanın hayatının başlangıcıdır.Bu yüzden pek çok kültür,mitolojide anneye ve anneliğe çeşitli anlamlar yüklenmiş ve kutsallaştırılmıştır..Bu kutsallaştırma kadının doğurganlığı ve üreticiliği ile ilgili olarak tanımlanmıştır. ‘’Cennet anaların ayaklarının altındadır’’,’’ ana gibi yar olmaz’’,’’ ağlarsa anan ağlar’’, ‘’anadil’’ ve bunun gibi sayabileceğimiz hem annenin ve anneliğin önemine hem de kutsallığına ve eşsizliğine diar atıfta bulunulmaktadır. Bu da haklı olarak annelerin hata yapma şanslarını azaltmakta çünkü çok büyük bir anlam atfedilmektedir.Peki her kadın,anne bu yüce atıfları kaldırabilmekte mi? Anne olmak ne demek? Anne olmak hamile kalmakla eş değer mi? Hamile kalmakla , çocuk sahibi olmayı istemek eş değer mi? Öncelikle belirtmek gerekir ki ; anne olmak çocuğu istemek,çocuk sahibi olmayı özlemlemek ve buna ,istek duymakla ilgili bir durumdur. Anne olmak ne bir plan(özellikle 1960 lardan itibaren ortaya çıkan Feminist akımın söylediği gibi) ,ne bir proje, ne de bir vakti geldiği için olması gereken ve toplumsal ve hormonal beklentilerin karşılanmasıdır. Anne olmayı başlatacak olan bir bebeğimin olmasını istiyorumdur. Ve ardından ona bakacak gücümün olduğuna, ve bu isteğimin bütün zorlukların üstesinden geleceğine inanıyorum diyebilmektir.
Julıia Kristeva anneliği bir işlev değilde bir ‘’ tutku’ olarak tanımlar. Böylelikle tutku nun varlığıyla işi sadece mekaniklikten duyguya ve duygulanımlara yönlendirmiş olur..Tabi ki bu tutkunun yanında annenin çocuğuna karşı her ne kadar kendisine titiraf edemese de ‘’çocuk’’ hamilelik ve doğum sırasında annenin hayatı için bir tehlike oluşturur.Anneyi değiştirir bu değişim ‘’fiziksel’’,’’ruhsal’’,’’fizyolojiktir’’.Doğumdan sonra da eşiyle arasına giren bir üçüncü kişi olarak kadın ve erkek arasında hem bir ‘’paravan’’ hem de neşe verendir. Anne ve babanın özgürlüğünü geçici bir süre kısıtlayan, zaman alan, uykuyu bölen,oburca ilgi isteyendir. Bunların varlığı ,bu süreçler annede geçici de olsa öfke ve nefret yaratabilir ve anne bu duygulardan ötürü kendisini son derece suçlu hissedebilir. Bebeğin doğumuyla ailenin ritmi bebeğin ritmi olur. Anne bebek ilişkisinde emzirmenin, ve bakımın yanında içeride son derece ruhsal çalkantılar gerçekleşir.Bebeğin hem kendisine yakın olmasını istemek, hem de onu uzaklaştırma arzusu ve ardından gelen yoğun suçluluk,öfke ve yoğun şefkat, ‘’iyi ki varsınla’’ ile ’’keşke’’ arasında gidip gelmeler. Annenin çocuğuna ve onun dünyaya gelişine karşı tutkusu ne kadar fazla ise zamanı gelince onun özgürleşmesini de o kadar çok isteyecek ve izin verecektir.Sanıldığı gibi tutkunun fazlalığı bağımlı kılan bir özellik değildir. Bu noktada yeri gelmişken bazı anne tiplerinden söz etmemin faydası olacaktır.
Anneliği anneler öğretir, toplum şeklilendirir, kültür üzerine katar. Yukarıda neden anneleri kategorize ettim. Bununla amacım nedir?
Gerek çalıştığım kliniklerde , hastanelerde ve şu anda devam ettiğim kendi merkezimde.Gelen hastaların,danışanların ne dersek diyelim.Annelerinin anneliklerini ve kendi anneliklerini ve kendi annelikleriyle kendi anneliklerini karşılaştırmaları ve bunu kıyasıya yapmaları ,üzerinde çalışmaya değer bir konudur.Bu konuyu çalışmam ve söyleceğim çoğu şey aslında daha önceden söylenenlerin üzerinden geçmek ve pekiştirmek ve bazı kendimce yeni tespitlerde bulunmak olacaktır.Yukarıda bazı örnekler verdim bunların bir kısmı danışanların söyledikleri( bire bir değil yüzlerce danışanın söylediklerinin bir karışımı) ne baktığımızda annenin gerçekten bir yetişkinin yetişkinliğini şekilendiren en önemli şeylerden biri değil en önde olanıdır.Unutmamak gerekir ki bir erkeği de bir kadını da doğuran kadındır.Bu yüzden mitolojilerde ‘’ana’’ ya tanrısal bir anlam atfedilmiş ve yaratıcı ile özdeşleştirimiştir.Yaşamın ‘’özü’’ olarak tanımlanmıştır.Annenin doğurması,üretmesi ,bakması ve nesilleri yaratması bu durumun ve bu konun önemini fazlası ile vurgular.
Anne olmak, iç güdüsel, dürtüsel(arzu), toplumsal ,kültürel ,hormonal yani dışsal ve içsel unsurların çok kuvvetli bir bileşkesidir.Ama bu bileşkenin en önünde ve öncülüğünde ruhsallık vardır..Anneliğin ruhsallığın içinde var olmasının fark edilmesi yani, olayın sadece tıbbi –jinekolojik boyunun yanında ruhsal boyutunun varlığının kabul edilmesi ile doğumhanelerde ruh sağlığı ekibinin yer almasına ve bu konuyla ilgili çalışmaların artmasına sebep olmuştur. Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud un da Psikanalitik kuramın temel taşı olan ‘’ ödipalite’ ile anne baba ve çocuk üçlüsü ile annenin ,anneliğin ve anne çocuk ilşkisini temel almış ve buradan devam etmiştir.Freud takipçileri olan Winnicot, Melanie klein ve diğer psikanalist ve araştırmalar bu konuya çok geniş yer ayırmışlar ve teorilerini bu konu ile bezemişlerdir. Erken dönem anne çocuk ilişkileri,bebeğin anneyi algısı ve annenin bebekle ilgili algı ve faztezileri bu ikili arasındaki ilişkinin ne kadar karmaşık,heyecan verici, sevgi,şefkatla dolu ama bir o kadar öfke ve nefreti barındran suçluluğun cirit attığı,pişmanlıkların yaşandığı, mutluluğun zirve yaptığı ve bir çok kavramın kavramsallaşmasına neden olan bir ara alandır. İşte bu karmaşık, kaotik oluş yukarıdaki danışanların bu çözümlenmemiş kaosu tekrar dile getirmelerine, ihtiyaçlarının zorlayıcılığı ile suçlamalarına, doyurulmamış açlıklarının nedeni ile sızlanmalarına ve şikayet etmlerine neden olmaktadır.Yani seanslardaki bu danışanların söyledikleri tamamen ‘’ regression’’(gerileme) olup o dönemi yaşamakta ve o dönemden çıkamadıklarını söylemektedirler.
Bu yüzden once hamile kalmak, çocuk istemek demek midir? Kadın olmak ,anne olmak için yeterli mi ? sorularını cevaplamalı ve bu ayrımı yapabilmeliyiz.
Insanın yaşamsal motivasyonu ve yaşamsal devamlılığı sağlayan ve eros yaşam içgüdüsünü tanımlayan arzudur. Nasıl ki çocukta neslin devamını sağlayan ‘’ soyun devamı’ için gerekli olan bir unsur ise çocuğun dünyayı gelişi de bir arzunun sonucu olmalıdır. Şu veya bu nedenle arzu motive etmediği bir dünyaya geliş, hem çok sancılı oacaktır hemde bu sancı ömür boyu anne ve ilk once çocuk olan yetişkin için devam edecektir. Kadınların çoğu zaman doğurmak! Ve kürtaj yani erosa hizmet edenle thanatosa hizmet eden iç güdüsel davranışlkar arasında gidip gelinir.Arzu ürünü olmayan bir bebek thanatosa daha yakın olacak ve kendiliğinin varlığı ve yokluğu arasında gidip gelecektir. Çocuk sahibi olmayı arzulamak ve bunu arzulanılan partnerle vücuda getirmek bebeğin kendilik değerinin olumluğuna dair ilk adımdır. Ve bu ilk adımı takip eden süreçte yaşanan her ne olursa olsun ilk önce bebek, sonra çocuk ve nihayetinde yetişkinin kendilik algısındaki olumlu ve yüksek kendilik değerinin tohumlarının atılmış olmasının göstergesidir.