Yeme Bozukluğunun İlişkilere Etkisi
Hastalık belirtileri benliğin baş etme yetilerinin...
Birçok hastalığa zemin hazırlayan ve tüm dünyada salgın olarak nitelendirilen obezite, yetişkinlerin yanı sıra çocuk ve bebekleri de tehdit ediyor.
Obezite, vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan ve tedavi edilmesi gereken bir sağlık sorunudur.Tedavi edilmesi gereken bir durumdan söz ediliyorsa da otomatik olarak bir hastalıktan söz edilmektedir.Demek ki iş estetikten,görsellikten önce bir sağlık problemidir .Eskiden insanlar bu aşırı kilolu oluşu bir sağlık probleminden ziyade estetikten uzak olmak,güzel ve çekici olmamak olarak tanımlıyorlardı.Hatta de halada bazı topluluklarda idealize edilen ve ‘çok yiyen sağlıklıdır kuvvetlidir’ mantığıyla bakılmakta.’Yemek buldun mu ye sopa gördün mü kaç’ yani ne bulursan ye yeme ile ilgili bütün fırsatları değerlendir,çünkü çok yemek kaçınılmaması gereken bir durumdur gibi sözlerle de büyüdüğümüzü hatırlarsak yiyeceklerle aramızdaki ilişkinin nasıl geliştiğini anlarız.Fakat işler çığırından çıktı mı obeziteye bağlı kardiyak sorunlar,tansiyon problemleri,diyabet vs. gibi organizmanın bütünlüğünü tehdit eden bir durumda dahi insanlar doktorun verdiği ilacı kullanırlar ama diyete çok yanaşmazlar.İnsanların kafalarında çok yemekten zarar gelmez aç kalırsan hastalanırsın gibi düşünceler hala devam etmektedir.Obezite bir salgın mıdır?Yoksa zaten çok eskilerden yunan uygarlığından beri üzerine düşülen ve dikkat çekilen bir konumudur?Çok eskilerden beri bazı hekimlerin,düşünürlerin yeme davranışı ile ilgili söyledikleri aslında var olan ama belki de son yıllara kadar değişik gerekçelerle inkar edildiği için salgından söz edilmektedir.Sanki yeni var olan yeni ortaya çıkmış bir fenomen gibi. Lokman Hekimin söylediği bu söz aslında konunun ciddiyetini özetlemektedir; ‘Mide dolunca fikir uyur, hikmet ölür ve azalar durur’. (Lokman Hekim).Yada diğer düşünürlerin söyledikleri; Çok yemek, hastalık mayasıdır. (Feridüddin Attar) Yediğinizi hazmetmeden, tekrar yemekten çekininiz. (İbni Sina)
Tokundan ölmüşlerin sayısı, acından ölmüşlerin sayısından daha çoktur(Atasözü).Bu son derece anlamlı geçmişten beri bir çok atasözü,deyimler bulabiliriz. Dikkat edilirse yukarıda sözlerin hepsinde de olayın tıbbi bir sorun,ciddi sonuçlar doğurabilecek,hatta ölümcül olabilecek durumlardan söz edilmektedir.Yani obezite tedavisi,yada bir kilo koruma programına dahil olmanın estetik amaçların en gerilerde bir yerde olduğundan bahsedebiliriz.Çünkü zayıflamak ve güzel görüntü sonuçta siz istemeseniz de gerçekleşecek olan bir sonuçtur..Ama ilk ve temel amaç olmaksızın.
Cenap Şehabettinin ; Karnı açlardan ziyade, kalbi açlara acırım.Sözü aslında obezitenin bir yanıyla da içsel- ruhsal ve duygulanımsal tarafının olduğunu belirtmektedir.Obezite tedavilerinde insanların bir kısmında kilo verdikçe ortaya yoğun kaygı bozukluklarının yada depresyonun açığa çıkmasının aslında obezitenin insanın ruhsallığında bir fonksiyonunun olduğunu bize göstermektedir.Bir insan neden kilo verdikçe depresif olur kaygılanır ve bir insan neden zayıflamanın ,kilo vermenin ve bunu koruyabileceği halde kilolu oluşunu sürdürmek ister.Neden? diyeti bozar neden ben devam etme konusunda kendime güvenmiyorum gibi son derece anlamı içinde saklı sözler sarf eder.Acaba kilolar yağlar bir barikat mıdır?İçeriyi dışarıya karşı kalkanlayan mıdır?Ya da bazı bireylerin bunu ısrarla muhafaza edişlerinin nasıl bir önemi olabilir.Sorun gerçekten kilo verememek midir?Çünkü kilolarından rahatsız olup da bu tip programlara başlayan ve kilo veren çok insan vardır.Ve bunları kendileri de bilmektedir.Evet son yıllarda da obezite tedavilerinde yeni bir kavram ortaya çıkmıştır.Verilen kiloyu koruma.Daha önceden zayıflama ilaçlarından,öyle ya da böyle zayıflamaktan yada zayıflamak için kurulan kocaman merkezlerden ve kısa programlarla gerçekten de onlarca kiloyu bir anda vermekten söz edilirken şimdi ise evet veriyorsunuz ama korumanız lazım demek uzmanların aklına yeni gelen bir şey midir? Peki daha önceden neden amaç sadece zayıflatmaktı da korumak değildi? Demek ki yapılan sadece belirtiler,görünen üzerine müdahale idi. Bilindiği üzere ruh sağlığı alanında semptom var olan içselin görüntüsüdür.Sinyalidir.Peki sinyale asıl neden olan içsel olandaki çatışma nedir?Neden insanlar zayıflayınca yani kilolarını kaybedince depresif olabiliyorlar.Kaybettikleri kiloların neden yasını tutarlar.Bu söylediğim oldukça saçma görünüyor ama saçmalıklar zaman zaman gelişigüzel oldukları için o zincirin içinde okuyabileceğimiz çok ilginç çağrışımları vardır ve o satır aralarında okunabilecek anlamlar barındırırlar.Giden kilolardır, birikmiş yağlardır ama sadece onlar mıdır?Bir hastamla uzun dönemli psikoterapi görüşmelerinden bir tanesinde dili sürçerek aslında bu kiloların kendisini ne kadar güçlü kıldığını evde fazla ilgi gören ağabeyiyle eşit güçte olmanın bir sembolü olduğunu söylemiş ve söylediği bu cümle kendisini de hayrete düşürmüştü.Bazı kişilerde kilolu olmanın onu etrafa karşı nasıl koruduğunu ve güçlü kıldığını söylemeleri hepimiz tarafından bilinir.Evet küçük yaşta kilolu olmanın oldukça dez avantajlarının ne olduğunu söylenmeye gerek yok.Özellikle ergenlik gibi bedenin sahnede olduğu süreçte ne kadar sıkıntılı bir süreç olduğunu da söylemeye gerek yok.Ama bildiğimiz bir şey olmalı ki obezite sadece tansiyon,kalp,şeker hastalığı gbi sorunların nedeni değil içsel ruhsal problemlerin aktarılamayan duygulanımların ve düşüncelerinde bedensel bir ifadesidir.Yani bu olgunun ruhsal taraflarını inkar ettiğimiz takdirde günümüzde ‘kilo verdin ama koruyamadının’ yanında ilerideki dönemlerde ‘korudun ama işin ruhsal boyutunu unuttun’ gibi sözler çok şaşırtıcı olmamalı.Organizma bir bütün olarak ele alınmadıkça yapılan tedaviler her zaman eksik ve yamalı olacaktır.
Şimdi yeme davranışının insanların geçmiş dönemlerindeki anne çocuk ilişkisi tarafından nasıl biçimlendirdiğinden bahsedeceğim.
Bebek doğduğu anda aslında anne yoktur meme vardır.Yani bir besin kaynağı ile karşılaşır.Annenin memesi meme anneyi temsil eden ,besini temsil eden hem erojen,hem güven,hem de açlık giderendir.İşte bu noktada annenin tutumu memenin bebeğe takdim edilişi,sunumu, annenin bebeği beslerken hissettikleri,göz teması bebek onu emerken ve karnını doyururken ve onunla birlikte hareket etmesi,sakinleştirebilme kapasitesi bebeğin anne ve besini bir bütün olarak algıladığını düşünürsek yeme davranışının anne ile ilişkisel boyutundan ayıramayacağımızı görmüş oluruz.Tam bu noktada ‘Bir kadın, pişirdiği yemekle beraber pişmedikçe, o yemekte lezzet olmaz’ atasözünü uyarlarsak anne verdiği sütü kendi ilgi,alaka,şefkat duygularını katmadıkça o sütün bebeğin ruhsallığında ne geliştirici,ne onarıcı bir tarafı olur,ne de kendisine güven, annesine şefkat olur. Bununla birlikte görev icabı anne tarafından bebeğe verilen sütün doyurmaktan başka bir değeri olmaz. Obesitede de her ne kadar yemekten zevk alındığı söylense de durdurulamaz bir durumdan söz edilmez mi? ‘Yemekten zevk alıyorum’ ifadesi işin mantığa bürülmüş halidir.Organizmanın fizyolojik ihtiyacı vardır ve bu ihtiyacın dışında da zevk aldığımız yiyecekler vardır.Damak tadı vardır.Ama tıkınırcasına yemek bütün gün yemeği düşünmek,her fırsatta yemek yeme arzusu bağımlılıktan başka bir şey değildir.Bağımlılıkta zevkten söz edilmez ihtiyaçtan muhtaç olmaktan söz edilir.Tıpkı bebeğin anne sütüne yada onun beslemesine muhtaç olması gibi.Ama bu muhtaçlık durumu zevk alınan bir ilişkiye iletişime dönüşseydi o zaman ruhsal açlık ilişki içerinde giderilir ve tatmin bulurdu. Evet biliyorum ruhsal açlığı , sıkıntıdan yemeği ,öfkeden ötürü yediğinizi siz zaten biliyorsunuz.Ama neden böyle bedeni kullanarak bu ihtiyaçları giderdiğinizi bilmiyorsunuz.Bende bilmiyorum.Çünkü her neden ,her gerekçe kişiye özel ve özneldir Fakat bazı araştırmaların bulguları bu öznel olanı nesnel e çevirmemize yardımcı olur.
Unutmamız gereken obezite; genetik,sosyolojik,psikolojik bir olgudur.
Bu kısa sizlere hatırlatma niteliğindeki yazıyı Sadi nin bir sözü ile bitmek istiyorum.
Midesine düşkün olan kimseyi iki gece uyku tutmaz. Biri midesinin boş olduğu, diğeri de çok dolu olduğu gece. (Sadi).