Yenilenen Web Sitemiz İle Hizmetinizdeyiz...
Hem tasarım hem içerik dizini olarak yenilenen web...
.1.1. Kendine Zarar Verme Ve Dissosiyasyon
Çocukluk ve ergenlikteki dissosiyatif bozuklukların tarihi, bu hastalığın erişkindeki tarihine paraleldir. On dokuzuncu yüzyılda çocuk ve ergen vakalar detaylı bir şekilde tanımlanmışlar fakat daha sonraki yüzyılda unutulmuşlardır. İlk kez Fine Despine 1840 yılında Fransa’da yayımladığı, hem klinik özellikler hem de tedaviye cevap açısından klasik bir vaka olan 11 yaşındaki bir DB olgusu “Estelle”in önemine dikkat çekmiştir. Bowman 1829 yılında Dewar tarafından yayımlanmış olan bir başka ergen dissosiyatif kimlik bozukluğu hastasını tarihsel çalışmaları sırasında ortaya çıkarmıştır. 1970 yılı sonlarına kadar dissosiyasyonla dolaylı bir ilişki kuran ilave bir kaç vaka dışında çocukluk çağı dissosiyatif bozukluğu literatürde hiç yer almamıştır (Bowman, 1990).
Weierich ve Nock, yaptıkları bir araştırmada PTSB belirtileri gösteren kişilerde çocukluk çağı cinsel istismar ve kendine zarar verme arasında istatistiksel olarak bağlantı kurmuşlardır (Weierich ve Nock, 2008). Kendine zarar verme davranışı ile çocukluk çağı cinsel istismar arasında bağlantı olduğunu rapor etmişlerdir. Kendini öldürme niyeti olmaksızın, kendilerine zarar veren insanların geçmişte yaşadıkları çocukluk çağı istismar yaşantısının yarattığı boşluk ve dissosiyatif yaşantılarına karşı öldürme niyeti olmaksızın kendine zarar verme davranışının duygulanımsal yönden dengeleyici işlev gördüğü saptanmıştır (Yates, 2008).
Harward Tıp Fakültesi Dissosiyatif Bozukluk veTravma Bölüm Başkanı Chu, çoğu insanın yaşantısında bazen bir çeşit dissosiyatif yaşantıyı tecrübe ettiklerinden söz eder. Chu, daha hafif denebilecek dissosiyatif örnekler için ise bir kişinin bilinen bir rotada araba kullanırken bu ayrışmanın olabileceğini ve neredeyse varılacak yere gelindikten sonra hiç bir şey hatırlanmamasının hafif düzeyde bir dissosiyatif tecrübe olduğunu belirtir (Chu, 2011). Yani kişisel-içsel kaygılarla bizi meşgul ederek bölünmüş bilinç parçası, yola dikkat etmemizi sağlarken; diğer parçası, ise içsel kaygı, endişe ve çatışmalarımızla meşgul olmaktadır. Herkeste görülebilecek bu küçük ayrışmalar klinik anlamda bir endişe yaratmaz. Bu bilincin “zamansız tatili” anlamına gelir (Strong, 1993). San Francisco Psikolojik Travma Merkezi şefi Psikolog Scott Line da çoğu insanın yaşamlarında böyle ayrışma tecrübelerini yaşadıklarını fakat bunun kişide fiziksel ve ruhsal bir dağılım yaratmadığından söz eder (Chu, 2011).
Yine Harward Üniversitesi’nden Nock ve Prienstein, 12-19 yaşları arasındaki gençlerle karşılaştırmalı olarak yaptıkları araştırmada çocukluk çağı istismar ile öldürme niyeti olmaksızın kendine zarar verme davranışı ile dissosiyasyon arasındaki ilşkiyi incelemişler ve araştırma sonunda çocukluk çağı emosyonel istismar dissosiyasyon ve boşluk duygusu arasında istatastiksel olarak bağlantı bulmuşlardır (Nock ve Prinstein, 2004).
Fakat kendilerine özelikle keserek zarar verenlerin durumları farklıdır. Bu bireyler kendilerini bir bölünmüşlüğün, dağılmışlığın ve parçalanmışlığın içinde bulurlar. KZV’lerde yaşamdaki tetikleyici bir takım olayların ve yaşantıların onların içsel çatışmalarını hareketlendireceği, bunu bir tehdit olarak algılayıp bu yıkıcılığı hissettiklerinde psikotik bir atak geçirmemek için keşfettikleri marazi bir yöntemdir (Favazza, 1998).
Bu yüzden bu dissosiyatif yaşantılar için klinik ortamda psikotik, epileptik olarak algılanma ve bu yönde teşhis konma nedenleri bunlardır. Bizler yaralarımız iyileştiği zaman kendimizi iyi hissederiz fakat KZVD’de bulunanlar bu yaralar, kesikler ve kesik izlerine ihtiyaç duyarlar (Sonmez, 2011). Bu tahribatların yarattığı bedendeki modifikasyonlar, kesikler onların ruhları ve bedenleri için bir şifa kaynağı olabileceğine dair bir yanılsama içindedirler.
Dissosiyasyon travmatik anı, duyguların yarattığı etkileri bilincin dışında tutabilmek için ruhsal yapının ihtiyaç duyduğu mekanizmaların en ciddi formudur (Zoroğlu, 2000). Dissosiyasyon ezici tehlike karşısında hiç bir fiziksel kaçışın olmadığı durumlarda zihnin ustaca bir “jimnastiği”dir (Khilstrom, 1994). Yaşamın devamına dair bir güvence, ağrı ve acıya karşı koruyucu bir paravan ve yaşam stratejisidir. Zihin ve beden ayrışması acıyı uyuşturan etkidir. Örneğin depersonalizasyonda kişi kendisini uyuşmuş hisseder, gerçek kendiliğinin dışında kederli katılımcıdan ziyade serinkanlı gözlemci durumundadır (Braun, 1988).
Örneğin cinsel istismara uğramış kız, sanki kendisi değil de tamamen kötüyü izleyen kişi pozisyonundadır. Sanki kendisine ve kendi bedenine değil, bir başkasının bedenine oluyormuş gibi uzak bir mesafeden izler. Tacize uğrayan kız bedenini tehlikeden uzak tutamaz ama duygulanımlarını uzaklaştırabilir. Bu ayrışma sadece cinsel tacize uğrayanlarda değil, ihmal yaşamış kişilerde de görülebilir. Örneğin çocuklukta annesi tarafından ihmale ve fiziksel şiddete maruz kalan bir danışan ifadesinde seans esnasında “sanki siz onunla konuşuyorsunuz ve ben sizi yukardan izliyor gibi hissediyorum” demiştir. O esnada oluşan vücuttaki uyuşmalar da bedenini tıpkı duygularında olduğu gibi uyuşturma davranışına eş değerdir. Bedenini ancak uyuşturarak korumaya çalışmaktadır.
Dissosiyasyon gerçek travmatik deneyime karşı bireyi korurken diğer psikolojik bedel ise bu savunmanın küçük stresörlere karşı da otomatikleşmesidir. Ve kronik bir hal alır (Cardena, 1993). KZV davranışı da ilk başta sadece sakinleşmek için deneyimlenir ve daha sonra kronikleşir (Şar, 2009).
“Vücut dışına uçuş” rahatlatan ve adaptif bir etki yaratırken, kronik dissosiyatif insanlar “robot” gibidirler. Çünkü kronik dissosiyatif insanlar duygularını yaşamazlar, onlar için gerçeklik güvenli değildir. Bu insanlar duygularını yaşamaksızın sanki yaşamları olanları bir film gibi izlemek şeklindedir (Boon, 2011).
KZV arasında dissosiyasyonların ve travmatik stres semptomlarının hepsinin kökeninde acılı çocukluk yaşantıları, duygusal yoksunluk, hissizlik-kontrol kaybı, duygusal ve cinsel istismar ve çocukluk çağı kayıpları söz konusudur. Çünkü bu erken deneyimlerde kalan acı, utanç ve keder sıklıkla çözümsüz kalır ve korku ve boşluk duyguları çok hızlı bir şekilde büyür ve dayanılmaz bir hal alır. Kişinin o anda yaşadığı korku ve boşluk duygularının altında acı, utanç, keder gibi daha geçmişte kalan duyguların deforme olmuş hali vardır. Zamansal açıdan geride kalmış, tasarımlandırılamamış bu duygular bilinç düzeyinde korku ve boşluk hissi olarak tanımlanmaya başlamıştır. Bu duygular çözümsüz kaldıkları için korku ve boşluk duygularına dönüşmüşlerdir (Şar, 2009).
Armando Favazza, kesme davranışını dissosiyatif yaşantının yarattığı felç durumunu kırmanın en etkili yolu olarak tanımlar. Favazza kesme davranışının bu dissosiyatif insanların bu ayrışma durumu ile baş etmenin en etkili yolu olarak keşfettiklerini ve bunu kullandıklarını belirtmiştir (Favazza, 1998).
Bu yüzden Favazza, kesme davranışını kendi kendine yardımın “marazi eylemi” olarak tanımlar. Bu sayede içsel-ruhsal yönetim bireyin kısa sürede de olsa eline geçer. Kaos sakinleşir. Kesme davranışı duygulanımlarının dengeleyen, ayrışmayı geçici de olsa giderici, zihnin dağılımını engelleyen, zihnin atomize olmuş, parçalarını yeniden entegre eden, birleştiren bir fonksiyonu vardır. Bu kişiler için en iyi geçici, içsel–ruhsal düzenleme ve dengeleme metodudur. Yani “marazi bir regülatör” dür.
Yazan
Dr. Psk. Fatih SÖNMEZ